Posted on: Şubat 18, 2021 Posted by: admin Comments: 0
Pollice Verso, by Jean-Léon Gérôme, 1872

Başlıktan da anlaşılacağı üzere son günlerde oldukça tartışılan bir konuya değinmek istiyorum. Lafı çok dolandırmadan kitabın ortasından giriş yapacağım. Biz ne istiyoruz? Adalet mi? Hukuk mu ? Hak mı? Özgürlük mü? Önce bu kavramlarda mutabık kalıp sonra tartışmaya geçmenin faydalı olacağını düşünüyorum. Evet büyük çoğunluğumuz adalet istiyor, haklarını savunuyor, özgürlüklerini daha da genişletmek en azından korumak istiyor. Ama hangi adalet? Hangi hak ve özgürlükler? Önce buna karar verelim. Çoğunluğun adaleti mi? Bizim adaletimiz mi ? Ya da bağımsız ve tarafsız mahkemelerin kararları mı? Veya diğer yollarla adalet mi? Var mı bir tercihiniz?

Gelişmeleri takip edenler çok iyi biliyor ki son yıllarda özellikle son 1 yılda ülkemizde “sosyal medya adaleti” olarak adlandırabileceğim çok sayıda olay yaşandı. Gözlemimce başlangıçta bir olay gerçekleşir. Aradan kısa süre geçtikten sonra bir vatandaş veya gazeteci olayı kaydeder ve paylaşır. Ardından yüksek takipçili, tanınan kişilerin paylaşımıyla beraber bir bakmışız iki taraf ortaya çıkmıştır. Biraz irdelersek, tıpkı davalı ve davacı taraflar gibi (olaylar farklı olsa da) duruşmadaki kişiler ya aynı kişiler ya da benzer alanlardan kişilerdir. Kanaatimce bu durum sizde bir samimiyet sorgulamasına yol açmalıdır. Çünkü iki ihtimal vardır; ya bu kişiler gerçekten hak ve adaleti savunmak adına haklının yanında durmaktadır ya da bu kişiler mevcut kişilere ve durumlara inanmasalar da çok fazla beğeni, “retweet” almak için toplum avukatlığına soyunmuşlardır. Bir üçüncü ihtimal varsa o da sizin yorumunuza kalmıştır. Ama ben birinci ihtimalin doğru olmasını yeğlerim.

Ve hadi biraz akışa bakalım. Paylaşımlar yapılır, birçok “hashtag” açılır. Sonra bunları görenler eğer daha önce benzer haksızlıklardan mustariplerse veya bu konuda gerçekten hassaslarsa (göstermelik yapanlar da olacaktır) retweet, beğeni ve yorumlarla destek vermeye başlarlar. Bu işin “davacı” kısmını oluşturur.  Davalılar ise başlangıçta bir kişi veya olayın öznesini oluşturan birkaç kişidir. Onları savunacak “avukatlar” yani tarafını destekleyecek kişiler halen ortada değildir. Ama yavaş yavaş toplanmalar başlar. Taraflar oluşturulur, belirginleşir . Tıpkı ABD’de belli durumlarda karar verici yetkiye sahip jüriler gibi. Davacı ve davalı tarafın jürileri belirginleşir. Bazen başa baş gider jüri sayıları ama genelde davalı tarafın sayısı fazladır. İşin garip tarafı bu yargılamada hakim yoktur.

O yüzden” sosyal medya yargılaması”, Antik Roma’dan bu yana hakimi olmayan belki de tek davadır. Unutmayalım ki hakim görüş en geç 3-4 saate belirginleşir. Belki siz de bu süre zarfında çoktan bir jürisinizdir, bilemeyiz. Etkileyici yorumlarla tarafların savunmalarına başlanır. Ama bu savunmaların hangi mercie yapıldığı da belirsizdir. Ortaya çıkansa birbirlerine çapraz sorgulamalar yapan jürilerdir. Hatta bazen olayın ana aktörleri bile unutulur. Başka başka mecralarda yine hakimsiz yargılamalar yapılır.

Olayın taraflarının belli olmasından sonra yavaş yavaş kararlar da verilmeye başlanır. Bir kez daha vurgulayalım. Karar hakime ait değil hakim görüşe ilişkin kararlardır. Aniden ortalığı “like ve dislike” almaya başlar. Tıpkı aşağıdaki tabloda Antik Roma’da resmedilen bir eser gibi. Seyircilere dikkatli bir şekilde baktığımızda başparmakların aşağıda olduğunu görüyoruz. Deyim yerindeyse “dislike” gladyatöre “öldür” anlamına gelir. Aksi takdirde başparmaklar yukarıda olsaydı “yaşasın” anlamına gelecekti. Bu resim tanıdık geldi mi? Devam edelim. Sonrasında YouTube videoları çekilir. Konu hakkında yorumlar yapılır, az çok sorgulanır, irdelenir ardından kısa sürede karar verilir. Artık karar verildi,  jüriler tarafından dağılabilir miyiz? Bir kısmı çoğu zaman yetinmez. Çağrılar yapılır yüksek mercilere. Gladyatörün son hareketini izlemek ister bazıları.

Yoksa yazılanların pek anlamı olur mu? Anlamı olmasa da yazılsın da yer işgal etsin diyenler de çıkabilir çıkacaktır da. Yargılama yapabiliriz (!) ama niyet okuması yapmayız herhalde, öyle düşünüyorum bu mecrada.

Evet durumun benzetmelerle anlaşıldığını varsayarak konu hakkındaki düşüncemi biraz daha somutlaştırmak isterim. Bu durumu nasıl sorusundan çok neden sorusunu sorarak algılamak ve duruma bu şekilde anlam vermek gereklidir. Bu ihtiyaç nereden doğmuştur? Ve insanlar neden böyle bir talep gereksinimindeler?

Mahkemeler genel görüşe göre hepimizin saygı duyması gereken objektif, hukuk kuralları çerçevesinde kararlar vermektedirler. Bazı kararları somut olaydaki durumun gerektirdiği ölçüde doğru olup bazı kararları da tartışmalıdır. Ve bu sadece son yıllarda değil binlerce yıldır süregelen bir durumdur. Burada toplumun belli kesimlerinin adalet arzusunun belirginleşmesinde yargı sistemine olan güvensizliği de belirtmeden geçemeyiz.

Vurgulamak gerekir ki son yıllarda özellikle genç kuşak arasında hak bilinci ve adalet kavramının anlaşılması, sosyal medyanın haber ulaştırma hızıyla birlikte kapasitesini artırmasıyla muazzam bir gelişme göstermiştir. “Modern gazeteciliğin babası” diye tabir edilen Joseph Pulitzer bile bu dönemin bu kadar hızlı yol kat edeceğini tahmin edemezdi.  Hızın olumlu sonuçları olmuş mudur? Tabii ki de evet. Dünyanın neresinde olursa olsun bir haksızlık, adaletsizlik karşısında üzerinde hak sorumluğu ve bu bilinç olan insanlar tepki göstermektedirler. Özetlemek gerekirse François-René de Chateaubriandder ki; “Adalet, halkın gıdasıdır. İnsan, ona daima muhtaçtır.” Bu durum bazen de somut olayda yani gerçek hayatta yetkili kişilerin harekete geçmesine ve bu olumsuz durumun giderilmesine yol açmıştır. Peki hızın olumsuz sonucu nedir? Gelin yazının başına bir bakalım. Eğer yazının başındaki kişilere olay yanlış algılatılır hatta daha da ileri gidilerek davacı ve davalı tarafın yanlış sandalyelere oturtulması eyleminde sonuç ne olacaktır? Kendi elimizle hakkı korumak isterken kendi elimizle mahkum etmiş olmaz mıyız? Bu kanımca çok büyük bir tehlikedir hukuk adına. Çünkü hepimizin de bildiği üzere yargılama merci “bağımsız ve tarafsız” mahkemelerdir. Yargılama makamı(hakim), savunma makamı(avukat), ve yerine göre de iddia makamı(savcılık) gereklidir.

Bu üç ayaktan oluşan sacayağının ayaklarından birinin kayması ve yerine kendine birtakım görevleri addetmiş kişilerin geçmeye çalışması hepimiz için büyük bir problem teşkil etmektedir. Unutmayınız ki bazen haklı bile olsak kendimizi sanık sandalyesinde bulabiliriz. Ve yargılamayı “hakimin” yapmasının hepimizin ortak temennisi olduğunu düşünüyorum. Rotanızın adalet rehberinizin hukuk olması dileğiyle…

ÖZGÜR ÖZSOY

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRENCİSİ- HUKUKÇU GEYİĞİ YAZARI

Görsel Telif Hakkı: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/c/c5/Jean-Leon_Gerome_Pollice_Verso.jpg

Leave a Comment