
perdeleri indiriyorum, kapatıyorum pencereleri
terk ediyorum ardından
geçmiş yüklü kelimelerimi
dizginliyorum ruhumda kalan kalıntını
sürüyorum dört nala
heybeye kapatıp tüm gelecek filizlerini
olmayacak bu sefer
izin vermeyeceğim sanrılarımda yaşamana
gözümü açmamla başlayan
her kader kırıntımın üzerine
cehennemden bir ufuk karalayıp da
muhtaç kalmayacağım saadet vaadine
senin siluetinin tesiri
terletmeyecek beni her gece yanı başımda
beklemeyip tahayyülümün beni tekmelemesini
taşımaktansa sinemde eskizleri silikçe
kapatırım karaltılarla dört köşesini
solurum bu solukluğu her nefeste
ve kefenlerim aşkımı,
ne kadar bezim kalmamışsa da
söker alırım defne hazır heveslerimden
kefensiz gömerim birkaçını
mevsimler, komiteler, seneler
hatta farklı aşklar, dehlizinde kıskançlıklar
geçmişse de
bu asırlık aşk
bir bakış, bir ses, bir derhatırda
nükseder yeniden
ve üç kıtadır zırvaladığım sözler
rafa kalkar ben kefeni yırtana dek
ben ötimiden öforiye, ardından nevroza
en nihayetinde bu ötimiye döner
veririm sözlerimi yine kader düğümlerimce
zihnim sıkışırken katransı bir hırıltıyla
uğuldayıp da döker derdini
her bir perçemine ruhumun
ıstırap yaratır saatlerimde
bir araba sinyali tik takı gibi
duyulmasa da etraftan
duyumsatır için için
ötimi bu esasında, bir denge.
kaos desem de siyahla beyazı
ne zaman yan yana görsem
aslında birliktelikte kurdukları
stabilitenin tamamsızlık hissi bende yarattığı
gözbebeğimi çatallatan
duygumu durumlaştıran bu kir
aslında benim.
ne sen ne de bir kimse bunun kaynağı
velhasıl ne annem,
ne de tanrı bilfiil bu mevzuda
ben:
nevroz-ötimi-öfori üçgenin yaratıcısı
kendisiyim velhatta
ve kanser gibi büyüyorum hiç değişmeden
büründüğüm leş ülser kokusuyla