Posted on: Mart 14, 2022 Posted by: admin Comments: 0

Sırtımdan çekiyor beni, tek koluyla vahşice sarmalıyor boğazımı. Yüzünü göremiyorum, arkamda uzanan başı başımın üstünden beliriyor. Uzun saçları gözlerime dökülüp kapatıyor görüş alanımı. Sonra doğruluyor, kaskatı bedenine daha da sert dayandırıyor beni. Karşıdaki aynada can buluyor bakışlarım. Boydan oval aynamı sarmaşıklarla çevrelemiştim. Kendimi şık hissettiğim zamanlarda ayna fotoğraflarımı paylaşırdım.

Soluklarımın arası gittikçe uzuyor, kılcal damarlarımı dahi okuyabiliyorum aynada akseden kurbanlık başımda. Mosmora dönmüşüm. Mor. En sevdiğim renkti mor. Lavantalar, mor menekşeler… Gülümsüyorum andan kopup derinlerde bir yerlere süzülerek. Babam annemi yanağından öperken annem baş köşedeki vazoya iliştiriyor buketi. Sıcak, yakmayan ama sevgiyi alabildiğine yayan gülüşler okunuyor çehrelerinden. Annem çok güzel, onun büyüleyici zarafetine babamın eşlikçiliği güven katıyor. Huzurlu bir hatıra, güvendeyim. Güvendeydim. Şimdi mor suratımla bakışırken tehlikeli kolların esaretindeyim.

Kolları kaba ve oldukça kuvvetli. Kas yığını olduğu söylenemese de üzerine epey çalışmış belli ki. Şimdi terinin karşılığını görüyor çırpınmaktan bile aciz bedenimi izlerken. Gururlanıyordur. Zaten yüzünden hiç eksik olmazdı ki o mağrur ifade. Arzulanabilecek hemen her güzel şeye sahipti, doğuştan sahip oldukları bir yana hep dahası için çaba da sarf etmişti. Fakat elindeki hayatın kayda değer başlıkları öne çıkmasa dahi o bir şekilde sadece varoluşuyla gurur duymasını da bilebilirdi sanırım. Yine de dışarıdan muhteşem gözüken kostümlerini çekip aldığınızda umduğunuz saadet yerini vahşete bırakıyordu.

Gözlerime bakıyorum yabancı gözlerle. Arsız bir bağımlı sırıtıyor göz altı torbacıklarımdan. Acizliğe ben sarılmadım, karşı koyabilecek kadar gücüm dahi yoktu. Bedenimi yok etmek isteyen bu süslü canavar karşı konulmaz salyalarını akıtmıştı.

Nefes almak çok zor. Boğuk sesler çıkarabilecek boşluğa bile izin vermiyor gırtlağımdaki baskı. Birkaç saniye sonra gevşer diye ummuştum, aksine gittikçe daralıyor yaşamım sanki. Yukarıdan kestiğim umudu aşağıya yönlendiriyorum, bacaklarımı çırparak gücün dağılma dengesini değiştirebilirim belki. Oysa sağ bacağıyla çullanıp bacaklarımı da hareketsiz kılıyor. Yetinmiyor. Yetinmez. Dar açıyla bacağını alabildiğine yukarı çıkarıyor. Kasıklarım. Kasıklarım parçalanıyormuşçasına acıyor, birkaç damla gözyaşı feda ediyorum. Her reglimde hissettiğim acının onlarca katı gibi bu acı. Açılan yeni acı penceresi biraz da canlandırıyor kaskatı kesilmiş bedenimi. Damarlarımda aksayarak ilerlemeye çalışan kanı ve umut kırıntılarını hissediyorum. Ama artık iliğime, benliğime, her şeyime sahipti. Gecikmiştim galiba. Çoktan hüküm giymişti bedenim ve ruhum.

Anımsamaya çalışıyorum. Aslında anımsamamı gerektirmeyecek kadar su üstündeydi zaten her şey. Kalbimi ödünç almıştı önce. Ya da ben öyle sanmıştım. Ödünç verip de asla tekrar göremediğim o kitaplarım gibi bir daha görememiştim kalbimi de. Öyle sinsice ısıtmıştı ki içinde yanmak üzere tutulduğum duygu küvetini, kalbimin tek sahibi olduğum günleri hatırlayamaz olmuştum.

Nabzımı yokluyorum. Yaşam arzusundan ziyade patlamak istiyor şahdamarım. Kaçta atıyordu acaba, beni karanlıkla buluşturacak raddeye yakın zamanda gelebilecek miydi?

Bedenim onu kalbim dışında bir yerde ilk hissettiğinde de böyle atmıştı nabzım. Hazır üretim kimyasalları damarlarıma enjekte etmek yetmemiş, bizzat kendisini tattırmak istemişti. O gece ben de en pahalısından ve estetiğinden hazır bir paket gibi hissetmiştim kendimi. Epey zaman ayırıp içindeki hediyeden daha maliyetli duran bir paket olmuştum. Oysa en değerli hediye paketlerinin de yırtılmak için olduğunu göz ardı etmişim. Yazık oldu demişti annem ve akrabalar, çok yazık oldu. Üstteki dudaklarımda zevk vererek başlayan yolculuk alttaki dudaklarıma ulaştığında kusmak istediğim bir kabusa dönmüştü. Ama ilginçtir, herkes kaldıramayacağımı düşünürken ve ben o korkunç anda midemin kaldıramayacağını zannederken delinmiş vulvamın ardında vajinam onu kaldırmayı başarmıştı. Ne büyük başarıydı. Midem ve vajinam zaferin dipsiz çukurunda el ele tutuşmuştu. Midem ve vajinam. Benim vajinam. Benim miydi vajinam?

Midem zirvede bırakmıştı galibiyeti, şimdi ağlamak istiyordu o da. Baskıya dayanamayıp kusacağımı zannediyorum. Yanılmışım. Midemde kusabileceğim kadar materyal yoktu ki. Merak ediyorum, en son ne zaman sonrasını düşünmeden yiyebilmiştim bir yemeği?

Hayatta güzel olmak gibi bir amacım olmamıştı. Biliyordum asla güzel olamayacağımı. Çabam daha fazla çirkin olmamak içindi. Çok çalıştım, en sonunda otuz bedende eşiğe dayandı vücudum. Kapasitem bu kadardı galiba. Orta parmağım benim için kusma tuşu gibiydi o zamanlarda. Aynada kendime işareti çeker ve bütünleştirirdim o şevk sayesinde orta parmağımı midemle. Önceleri yalnız midemin kanıyla besleniyordu orta parmak. Açgözlü olduğunu anlamışsınızdır artık. Çok geçmeden hayatımın faili de oldu işte.

Ölecek miydim şimdi? Sıkıldınız ve baştan beri bunu merak ettiğinizi sezinliyorum. Ben de bunu merak ettim hayatım boyunca. Böyle böyle boyamıştım en güzel anlarımı da ızdıraba. Kağıt üzerinde depresyon, anksiyete, panik atak ve en çok da hayat fobiktim. Modası mı geçti artık bu etiketlerin bilmiyorum, ağzınıza yapışmışsa da ben gündemden uzak demode kıyafetler giymişim demektir deliliğimin üstüne.

Bakış açımı aynayı da içine alan kocaman mavi duvar kaplıyor. Ben boyamıştım. Maviydi koca duvar çünkü boğulduğumu hissettiğim keşmekeşin ortasında olduğum zamanlarda gökyüzü kadar nefes alabilmeyi ummuştum. Ancak böylesi bir mavi doyurabilirdi yaşam açlığımı. Bir şeyleri boyarken dinginleştiğimi hatırlıyorum, bazense öfkelenirdim ufak bir hata yapınca. Mükemmellikten uzak hayatımda kusursuz olabilecek tek şey çizdiklerim olabilirdi. Katlanamazdım zihnimdeki karmaşanın kağıtlara ve nesnelere de sızmasına. Annem de katlanamadı, resim defterimi çekip yerine problem sayfası koydu. Hep iyiliğimi düşünürdü. Makyajla tekrar gün yüzünde belirivermişti tutkum ya da belki boyama saplantım. Hayatımdaki kusurları boyayamıyordum ancak yüzümdeki kusurları boyayarak kapatabilmek tatmin ediyordu beni. Hem belki insanlar beni daha çok beğenir diye düşünmüştüm. Fazlasıyla beğenmiş olmalılar ki izlemekle kalmayıp bir bir ele aldılar iplerimi. Söyleyecek çok sözleri vardı. Ama içlerinden biri hepsinden çok bağırıyordu. Benliğimi ve bedenimi esir aldığını okudunuz ama binlerce defa istila edilen vatanımı hissetmeniz için tekrarlamalıyım canavarın günahlarını. Hangi canavar?

Ayna. Ayna ayna, söyle bana benden başkası var mı burada? Yok. Hızla yükseliyor çılgınlık, nasıl olabilirdi bu? Çığlıklarım sekiyor duvarda, mavi bir rüzgarla sürükleniyorum pencereye. Kimse yok. Yaşamı hatırlatan tek şey minik saksıdaki lavantalar ve sığınmacı bir mor menekşe oluyor. Lavantalar, mor menekşeler… Babam annemi yanağından vurduğunda bile annem asaletini bir çiçek gibi düşerken koruyabiliyordu. Ölüm hiç kimseye yakışmaz derler. Ben annemi hiç o son karedeki kadar büyük bir gülümseme ve güzellikte görmemiştim.

Pencere kenarından ayrılıp bükülmüş, büzülmüş ve canlılıktan süzülmüş bedenimi tekrar ayna karşısına koyuyorum. Failim silinmiş ama dişlerinin bıraktığı izler her yanıma derinlemesine sinmiş. Kimdi o canavar? Mavi duvarımın dibinde küçük, çok küçük bir beden beliriyor. Bu kız fotoğraflarda tanıştığım çocukluğum. Elini kaldırıyor havaya cevap için. Bendim o.

Başını olumsuz anlamda yana sallamaya başlıyor küçük kız. Nasıl yani? ”Yalnız işleyemezdik bu cinayeti.” diyor fısıltıyla. Baş başayız. Neden fısıldıyor? O sırada yanında bir adam beliriyor. Babamdı o canavar. Bir adam daha. Sevgilimdi o canavar. İnsanlar belirmeye devam ediyor birer ikişer. Akrabalarımdı o canavar. Arkadaşlarımdı. Öğretmenlerimdi. Dizilerdi. İktidardı o canavar. Dış güçlerdi. Yoksa değil miydi? Mavi duvarın dibine sığamıyor insanlar. Gürültü yükseliyor.

Küçük kız işaret parmağını dudaklarına koydu. Ve dünya sustu. Gözlerimi diktim küçüğe. Küçücük ama aynı zamanda kocaman olan o kıza. Kimmiş o canavar? Çerçeveye koyulamayacak kadar büyük resme baktım tekrar ve tekrar. Son bir nefes. Huzursuz toplum sendromu. Hepimizdik o canavar.

Mümine Çelik
Mümine Çelik

Merhabalar, ben Hacettepe Hukuk 2021 girişli öğrencilerinden Mümine. Bölümümün kapsadığı alanların haricinde psikoloji, sosyoloji, felsefe, sanat, edebiyat gibi alanlara da yoğun ilgi besliyorum. Ben cevapları değil soruları, varış noktası belirlemeyi değil yolda olmayı seviyorum. Anlam arayışımı yazarak dışavuruyor, doğru sorularla da hayatımın izdüşümüne ışık tutmaya çalışıyorum. Her fırsatta bilmediğim yollara sapıyor, benliğimi henüz tatmadığım aromalarla yoğurmayı deniyorum. Bir bakıma ben yazdıkça, sordukça, yürümeye devam ettikçe var ediyorum kendimi. Yolculuğumun birey, toplum, edebiyat duraklarında ise sizlerle fikirlerimi paylaşıyor olacağım. Kendi ışığınızda ilerlemeniz dileğiyle, umutla kalın.

Leave a Comment