Posted on: Şubat 18, 2021 Posted by: admin Comments: 0

Her yer göz alabildiğine karanlıktı. Hayatım boyunca böyle koyu bir karanlıkla karşılaşmamıştım. Ne gecenin zifiri karanlığına benziyordu bu ne de çocukken korktuğum o karanlığa. Bu öyle yoğun bir karanlıktı ki onu boğazımda dahi hissedebiliyordum.

Ah çocukluğum! Şehrin uzağındaki küçük bir kasabada geçmişti çocukluğum. Yaşadığım yeri severdim çocukken hem de çok severdim. Arkadaşlarımı da çok severdim mesela. Şimdi yeniden onların yanında olmayı ne çok isterdim. Zaman geçti ve ben büyüdüm; büyüdükçe hayallerim, isteklerim de büyüdü. Şehre gitmek istedim, orada yaşamak. Oysa küçükken istediğim tek şey arkadaşlarımla daha fazla oynamaktı.

Zaman geçtikçe şehre gitmek benim için şart olmuştu. Vazgeçilmez bir istekti. Kasabada kaldıkça çürüdüğümü hissediyor, yaşam sevincimi yitiriyordum. Kasabaya sığamaz olmuştum. Nefes alamıyor, mutlu olamıyor, yaşayamıyordum. İçimdeki şehir aşkı her geçen gün artıyor, içimi yangın yerine çeviriyordu. Şehre neden bu kadar âşıktım bilmiyorum. Sadece yaşadığım kasabadan gitmek istiyordum. Sadece gitmek…

Derken şehre gitme imkânı buldum günün birinde. Öylesine mutlu olmuştum ki… Şehre gelince yeniden canlanmıştım. Artık burnuma dolan o çürük kokusu yoktu. Nefes alabiliyordum, mutluydum ve yaşıyordum. Her şey olması gerektiği gibiydi. Her şey tam da istediğim gibiydi. Kasabadan ayrılırken her ne kadar hüzün dolsa da yüreğime, çabucak alışmıştım bu ayrılığa. Sonuçta hayallerim gerçekleşmişti. Gerisi önemli değildi.

Daha sonra onunla tanıştım. Hayatımın aşkıyla. Ve ben o zaman yıllar boyunca nefesimi tuttuğumu fark ettim. Sanki onu görür görmez gözümün önünden perdeler kalkmıştı. Onunla daha net gördüm. O benim yüreğimin gözü oldu.

Birlikte çok güzel zamanlar geçirdik onunla. O da bana âşıktı, biliyordum. Bunu bana söylemesine gerek yoktu. İnsan birini çok sevince sözcüklere gerek kalmıyordu. Hatta öyle ki konuşmak bile gereksiz bir eylem olarak kalıyordu hayatınızda. Ona olan aşkımı hiçbir dilde anlatamam sizlere. Ne söylesem yavan kalır. Ne söylesem anlayamazsın yüreğimdeki aşkı. Ne söylesem aşkımın yanında değersiz bir toz zerresi gibi durur dilimin ucunda.

Evliliğimizin başlarında her şey mükemmeldi. Beni gerçekten seven, önemseyen, zarar görmemi istemeyecek biri olduğunu biliyordum. Şanslıydım. Şu ülkede kaç kadın böyle bir insana denk gelebiliyordu ki? Şu ülkede kaç insan kendisini seven birine denk gelebiliyordu?

Şanslı mıydım gerçekten yoksa bir yanılgı içinde miydim? Gözlerimden perde kalkmış mıydı onunla yoksa toz pembe görmeye mi başlamıştım hayatı? Bunu yıllar sonra bir avukata boşanmak için başvurduğumda anlamıştım. Gözümün önündeki pembe bulutlar dağılmış ve ben gerçeklerle bir anda yüz yüze kalmıştım. Yazık, nasıl olmuştu da ben bu kadar aldanmıştım?

Şimdi bu karanlığın içinde boğulacak gibi hissediyorum kendimi. Karanlığın yoğunluğu boğazımı tıkıyor sanki. Etrafımı saran toprak kokusu var burnumda. Ama öyle yağmurdan sonraki toprak kokusu gibi değil. Bazen kan gibi kokar ya, işte öyle.

Hayatımın her anı gözümün önüne geliyor. Doğduğum andan itibaren içinde bulunduğum saniyeye kadar yaşadıklarımı teker teker tekrar yaşıyorum. Hani filmlerde derler ya “hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti” diye. Sahi ne zaman derler bu repliği? Ölmek üzereyken…

Doğru, bildiniz! Ben ölmek üzere olan bir kadınım sadece. Şehirden uzak bu ormanda, bir meşe ağacının altına gömülmeye çalışılan bir bedenim. Ruhum, üzerime toprak atan adamın beni bir bıçakla kalbimden yaralamasıyla uçup gitti aslında. Bunlarsa sadece son çırpınışlarım.

Beni kalbimden yaralayan adam yıllar önce onunla nefes alabildiğimi hissettiğim adamdı aynı zamanda. Yıllar önce seve seve kalbimi ona teslim etmeme rağmen bu ona yetmemiş olmalı ki her anlamda kalbimi ele geçirmek istedi. Şimdiyse ruhunu yitirmiş bir beden olarak kalan benden kurtulmak istiyor.

Bedenimi mor renkli bir çarşafa sardı; beni, açtığı bu mezar denen çukura koymadan önce. Beyazlar içinde yatmamı bile çok gördü bana. Oysa ben mordan nefret ederdim küçüklüğümden beri. Belki de biliyordum daha dünyaya gelmeden önce mor kefenler içinde yatacağımı. İşte! Bu olmalıydı nefretimin sebebi. Kim bilir…

Toprak üzerimdeki ağırlığını arttırıyor. Zaten nefes almadığım halde nefesim iyice kesiliyor. Bedeni morlara sarınmış bir kadının cesedi olarak sesleniyorum size toprağın altından, ey yeryüzünün kendini ölümsüz sanan fanileri! Şansınız sandığınız insanlar işte bir anda çalıveriyor nefesinizi yüreğinizden. Öldürülmek bu kadar basit, kadın olduğunuz için ölmekse öldürmekten daha kolay.

-SON-

ESMA NUR ZORLU

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRENCİSİ

Leave a Comment