Posted on: Mart 7, 2022 Posted by: admin Comments: 0

Oscar adayları yayınlandı. Kimisi popüler kültürün rağbet gösterdiği, zengin yapımcıların küflü yapımlarıyken; kimiyse gerçekten sanatsal kaygıların hadsafhada olduğu, izletmek istediğiyle sunduğu hikâyenin tam bir harmoni oluşturduğu yapımlar.

Esasen Oscar’ın tepeden inme belirlemeciliğine şiddetle karşıyım. Dönem dönem pembe panjurlu kürsülerinden pozitif ayrımcılık kaygısıyla haksız kararlar verdiğini de zengin yapımcılar ve büyük bütçelere ağzı sulanarak ödül verdiğini de gördük. “Ya bu oyuncu kesinlikle Oscar almıştır” dediğimiz pek çok oyuncunun ödül almadığını da görmüş olabiliriz. Çünkü Oscar bir cemiyet icrası ve cemiyetler beslendikleri kaynakların kaygılarıyla hareket ederler. Neyse, daha çok eleştirilebilir ama neresinden tutsan elinden
kalır.

İncelemek istediğim yapım konusunda biraz düşündüm ama baktım ki en iyi film adayları kendi içinde zaten karışık. Şahsen 2-3 adayım var ve hangisine ödül verilirse verilsin diğerinin hakkı ödenmemiş olacak. Bu yüzden 3 dalda adaylık edinen ve sanatsal olduğuna inandığım kapsayıcı bir filmi, Flee filmini incelemek istedim.

20. yüzyılın ikinci yarısında Talibanlı Afganistan’dan kaçmak, baskıdan özgürlüğe kavuşma gerçeğini anlatmak, film veya belgeseller için uygun bir konu gibi görünüyor. Bu uyumsallıkta Flee filminin konusuna hayat veren toprak tonu renkler, bir belgesel-animasyon
için gerçekliğe dokunmak adına çok daha iyi sonuç veriyor. Çünkü gerçeklik, başrol oyuncusu ve hikayesinin anlatıcısı Amin Nawabi’nin hayatının çeşitli evrelerinde yaşadığı ve tarifsiz korkuların anlatımında yatıyor.

Amin’in yönetmen Jonas Poher Rasmussen ile çeyrek asırlık dostluğu, uzun süredir bastırdığı acıyı kameraya dürüstçe itiraf etmesine yardımcı oluyor. Animasyon, özgürlük yolculuğunu anlatırken ve yaşam sevgisini yeniden yakalarken çektiği acıyı nesnel olarak yakalıyor. Anlatımda estetik bir aktör model söz konusu değil. Sanki okuduğumuz bir kitap, zihnimizde birkaç çizgiyle canlanıyor.

Genç Amin, annesi, erkek kardeşi, iki kız kardeşi ve tutuklanan pilot babasıyla aylarca fiziksel ve psikolojik olarak zarar görmüş, yıllarca birbirlerinden ayrı olarak özgürlüğe ulaşmak için vicdansız insan tacirleri ve rüşvetçi polislerle birlikte seyahat etmek zorunda kalmış. Anlatım kusursuz bir şekilde sade, çünkü izleyicinin kederini ve vicdanını, belgeselin gerçekliğinden toplamasına izin veriyor. İzleyiciyi yönlendirmiyor, izleyici yaşanan gerçeklikle birlikte derin bir ilerleyişe kendini kaptırıyor.

Amin’in hikayesi, Kabil’deki pastoral ve ışıltılı gençlik günlerinden Kopenhag’da ulaşacağı huzura varan sancılı ve acıklı süreçle inşa ediliyor. Amin’in cinselliği, filmin çoğunda anlaşılabilir bir arka planda yer alıyor. Ancak özellikle Amin, Avrupa’da bile ailesinden ayrı
yaşayan, tek başına ergenlik geçiren bir Müslüman olduğu için asla bilinçaltının çok derinlerinde yaşadığı bir durum değil bu. Erkek arkadaşıyla birlikte ailesine ve dünyaya, her yerde ve her zaman mülteciler ve diğer tüm kırılgan gruplar için sağlıklı bir umudun var
olduğu heyecanını aşılıyor. Kaybedilen hayatların ve kendi gençliğinin bedeli, derin izlerleriyle hikayesinin mihenk taşlarını oluşturuyor.

Hepsi animasyon değil, çünkü aralarına Rusya’nın Afganistan işgalinin arşiv görüntüleri ve eski Başkan Muhammed Necibullah’ın konuşmaları serpiştirilmiş. Bu tür gerçeklik müdahaleleri, izleyicinin animasyonun bizatihi kurmacalığına yani kendi gerçeksizliğine
kapılmasını önlemeye yöneliktir. Amin’in kendisi, olaylar gerçekleşmiş ve ancak yıllar sonra hayal edilebilecek bir dehşeti yansıtıyor gibi bir izlence sunsa da kurgulanmış bir anımsama yaşatıyor olabilir.

Flee, kısmen korkunç bir yolculuğun gerçekliğinden ve bir kahramanın mücadele eden hafızası ve hayal gücünden beslenen bir animasyon. Canlı aktör fotoğrafçılık ve tarihsellik, başarılı bir iç ilişkiyle harmanlanıyor. Afganistan hakkındaki ortak kafa karışıklığımızı ve dünyanın o insanları terk etmesinin sonuçlarını anlayacaksınız. Ayrıca Flee filminin 3 dalda Oscar adaylığını da bu sayede nereye konumlandıracağınız size kalmış.

Furkan Yurt
Furkan Yurt

Merhaba, ben Furkan Yurt. İstanbul’da doğdum fakat hayatımın büyük bir bölümünü Ankara’da geçirdim diyebilirim. Ankara’ya ve ruhuna aşık bir insanım. Şu an Yalova Üniversitesi Hukuk Fakültesi 3.sınıfta okuyorum. Aynı zamanda sosyoloji ile ilgilenen bir araştırmacıyım. Kırılgan gruplar üzerine saha çalışmaları yapmayı ve bunları yazıya aktarmayı seviyorum. Toplumsal yönden dezavantajlı bireylerle çalışmak benim için adeta bir sorumluluk. Yazılarımla birlikte bu sorumluluğu yerine getirmek için çaba sarf ediyorum. “Anlatılmamış her hikâye, insanlık adına bir eksikliktir.”

Leave a Comment