Posted on: Mart 3, 2021 Posted by: admin Comments: 0
small judge gavel placed on table near folders

Suç ve Ceza ve onun başkahramanı Rodion Romanoviç Raskolnikov’un ünü, Rus diyarlarını aşıp Dünya’ya yayıldı; Dostoyevski’yi “Dostoyevski” yapan yegâne unsurlardan biri oldu ve bu meşhur eseri “zamansız kitaplar”dan biri olarak edebiyat tarihine geçirdi. Bizler de insan dehasının ortaya çıkardığı en önemli eserlerden biri olan bu meşhur romanla hemen hemen her “mutlaka okunması gereken kitaplar” ve minvalindeki listelerde karşılaştık. Belli bir düşünce olgunluğuna erişene kadar okumaktan özellikle kaçındığım bu kitap, pek çokları gibi beni de etkiledi ve beni, gerçek edebiyatın ne olduğu ve bunun ötesinde ne olması gerektiği üzerine düşünmeye itti.


Bu yazıda kitabın konusundan uzun uzun bahsedip, ortaya kitap özeti gibi bir değerlendirme koymayacağım. Kitap üzerine kişisel görüşlerimi birkaç popüler cümleyle ifade edip “mutlaka okuyun, okunmazsa olmaz, yoksa hâlâ okumadınız mı?” gibi ifadelerle dolu bir değerlendirme yazısı koymak niyetinde de değilim. Kitabın alt metnini elimden geldiği ve anladığım kadarıyla açıklamak amacıyla yazıyorum bu yazıyı ve dilerim ki kitabı anlama kaygısı ve uğraşında olan birilerine ulaşabilir bu yazdıklarım. Hemen belirteyim ki yazımın devamında kitap ve kitabın kurgusuyla ilgili bilgi vereceğimden, henüz kitabı okumamış olanlar buradan sonrasını okumak istemeyebilirler.


1789 Fransız Devriminin kimi tarihçiler tarafından “çağ açan” bir olay olarak tanımlanışı elbette boşuna değildir. Devrimin ortaya koyduğu fiili sonuçlar ve yaydığı düşünceler Avrupa siyasi tarihinde büyük sonuçlar ortaya çıkarmış, dahası, her toplumsal olayın sebep olduğu gibi, halkın ve insanın davranışları üzerinde kalıcı birtakım değişikliklere sebep olmuştur. Fransız Devriminden sonra yükselen Burjuvazi, tamamen bireysel saiklere dayanan “burjuva ahlakı”nı ortaya çıkarmıştır. Burjuvazi, üretim araçlarını elinde bulunduran ve mal varlıkları işçilerin emeğine dayanan bir toplumsal grubun egemenliğine verilen isimdir. Burjuva ahlakı ise maddi gücü olduğu için bu toplumsal grubun kendine her türlü davranışı yapma yetkisi verdiği, bireysellik üzerine kurulu ahlak sisteminin adıdır. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’da ortaya koyduğu hikâyenin temelleri de aslında bu duruma dayanır.


Dostoyevski, birçok kez emelinin Rusya’daki ve dünyadaki ezilmiş bütün insanlara yardım etmek ve “düşünce ve ışık ülkesine” giden yolu bulmak olduğunu söylemiştir.1 Ona göre bütün mağduriyetlerin ve adaletsizliklerin sebebi bireysel anlayış, bencillik ve empati yoksunluğudur. Dolayısıyla, toplumsal adaletin sağlanmasına katkı sunabilecek en büyük gelişme, burjuva ahlakını da oluşturan bireysel ahlak anlayışından uzaklaşmaktır.


Suç ve Ceza, kendini diğer insanlardan üstün sayan ve bu varsayımdan yola çıkarak kendine suç işleme hakkı tanıyan bir gencin hikayesidir. Üniversiteyi yarım bırakmış bir öğrenci olan Raskolnikov, insanları kendi zihninde “sıradan” ve “olağanüstü” olarak sınıflandırır ve kendisini, Napolyon gibilerinin de bulunduğu ikinci gruba dahil eder. Hedefi, kimseye bir faydasının olmadığını düşündüğü yaşlı bir tefeci kadını öldürmek ve onun parasıyla hayatının birkaç yılını idame ettirebileceği maddi bir kaynak edinmektir. Raskolnikov hedefini gerçekleştirir. Bir baltayla yaşlı kadını öldürür. Raskolnikov cinayeti işler ancak planın sonraki aşamalarını uygulayamaz, tam tersi cinayetten sonraki psikolojisi onu kendisine, planına, düşünce sistemine ve “olağanüstü insan”ın aslında ne olduğuna ilişkin düşünmeye iter.


“(Raskolnikov anlatıyor) …İkinci bölümdekilerin işlediği suçlar, doğaldır ki, son derece çeşitli ve görecelidir; ama büyük çoğunluğu, birbirinden apayrı nedenler ileri sürerek, daha iyi şeyler adına şimdinin yıkılmasını isterler. Bunların ülkülerini gerçekleştirmek için cesetlerin, kan göllerinin üzerinden atlamaları gerekse, bence kendilerine bu izni vicdan rahatlığıyla verebilirler. İkinci bölümdekilerin kendilerine tanıdıkları bu hakkı yığın hiçbir zaman onlara tanımamıştır. Onları en ağır biçimde cezalandırmış, boyunlarını vurmuştur (az ya da çok). Bununla birlikte, sonraki kuşaklarda aynı yığın, başları vurulan bu insanların heykellerini dikmiş ve onlara tapınmıştır (az ya da çok). Birinci bölümdekiler hep bugünün, ikinci bölümdekiler hep yarının efendileridir…”2


Dostoyevski, Raskolnikov’u adlandırırken şüphesiz ki bu adlandırmayı rastgele yapmamıştır. “Raskolnikov” soyadı Rusya’da yaygın olan bir soyad değildir. Bu da gösterir ki Dostoyevski bu soyadı kurguladığı karakteri daha iyi ifade etmek için özellikle çekip çıkartmıştır. Çünkü “raskol” kökü Rusça’da “bölünme, bölümcü, ayırma” vb. anlamlara gelir ve bu kökün seçimiyle Raskolnikov’un “bölünmüş” kişiliğine bir vurgu yapıldığı rahatlıkla düşünülebilir. Öyledir ki bir katilin iyi davranışlarına tanık olur, şefkatli yanını görürüz roman boyunca. Raskolnikov bu haliyle tezatlıkları karakterinde taşır ve sergiler.


Raskolnikov cinayeti işledikten sonra kendini açıkça suçlamayı reddetse de içten içe kendini suçlu olarak görür. Bundan dolayı cinayeti işledikten sonra hastalanır ve derin bir psikolojik rahatsızlık geçirir. Kendi iç muhakemesini bir aşamadan sonra kaldıramayan Raskolnikov, suçunu ilk olarak Sonya’ya anlatır. Raskolnikov’a göre Sonya da kendi gibi günahkardır çünkü seks işçiliği yapmaktadır, bu yüzden Raskolnikov’u en iyi o anlayabilir. Ancak arada ciddi bir fark vardır: Sonya hayat ona ne zorluk getirirse getirsin isyan etmemiş, inandığı şeylerden vazgeçmemiş ve kalbinin özünü kirletmemiştir.


Davanın sorgu polisi, Raskolnikov’un suçlu olduğunu keşfeder ve romanın sonunda Raskolnikov suçunu itiraf eder. Raskolnikov’un işlediği cinayetten dolayı roman boyunca kendisini suçlu hissetmediğini söyleyebiliriz. Öyle ki kitabın epilog bölümünde Raskolnikov’un yalnızca, suç işlemediği halde kürek cezasına çarptırılarak gururu incindiği için acı çektiği anlatılır. Dolayısıyla roman boyunca işlenen cezanın, yani Suç ve Ceza’nın “ceza”sının, tam anlamıyla vicdani bir ceza olmadığı savunulabilir. Yalnızca “sıradan insanlar” için bir suçtur bu, suçu işleyen kişinin adına suç demediği bir suçtur; cezası da vicdani olmaktan uzak olan yalnızca yasal karşılığı olan bir cezadır. Ancak Dostoyevski içinde her zaman iyilik taşıyan bu karakterini suçu hissetmeye çok yakın şekilde bırakır kitabın sonunda. Raskolnikov bizlere, gerçek anlamda üstün olan insanların, Svidrigaylov ya da Lujin gibi kendi hedefleri için her suçu işleyebilecek olanlar değil; Sonya gibi hayatın her türlü zorluğu karşısında inançları ve ahlaki sistemleri sarsılmayan insanlar olduğunu anlamaya çok yakın olarak veda eder.


Yazımın başında kitabı okuduktan sonra gerçek edebiyatın ne olduğu ve ne olması gerektiği üzerine düşündüğümü söylemiştim. Bu düşünmenin sebebi şuydu: Suç ve Ceza akıcı bir kitaptı, bana keyifli bir okuma süreci sundu ancak bunun yanında, evrensel olan ve asla eskimeyecek bir mesajı da işledi. Dolayısıyla denebilir ki bir edebi eseri yücelten şey yalnızca eserin içindeki kurgu olamaz, alt metin edebiyatın asıl büyüsüdür. Suç ve Ceza’yı gelmiş geçmiş en popüler klasik eserlerden biri yapan da bu olsa gerek. İyiliğe kötülük üzerinden ulaşılamaz. Amaç ne kadar “kutsal” olursa olsun o amaca uzanan aracın kötülük olmaması gerekir.
Suç ve Ceza, pek çoklarımızın olduğu gibi, benim de okuduğum ilk Dostoyevski eseriydi, son olmayacağından ise hiçbir şüphe duymuyorum.

  1. Mazlum Beyhan, Suç ve Ceza, İstanbul, İş Bankası Kültür Yayınları, 2006.
  2. Dostoyevski, Suç ve Ceza, İstanbul, İş Bankası Kültür Yayınları, 2006, s. 324
Sina Kabakulak
Sina Kabakulak

Merhaba, ben Sina. Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi birinci sınıf öğrencisiyim. Siyasi tarih, sanat tarihi, edebiyat ve felsefeye ilgi duyuyorum. Deneme, makale ve kitap incelemesi başta olmak üzere, çeşitli türlerde farklı konular üzerine yazılar yazıyorum. İyi okumalar dilerim.

Leave a Comment