Posted on: Aralık 15, 2021 Posted by: admin Comments: 0

*Geleneksel olarak sannyasin dünyadan el etek çeken spiritüel bir arayıcıdır. Osho bu terimi, dünyada kalan ama yaptığı her şeye meditasyon ve farkındalık getirmeye çalışan bir arayıcı için kullanır.

Korku denilen duygunun insanın her anında var olduğunu biliriz lakin farkında olduğumuzu iddia edebilecek bir güç var mıdır? Bu duygunun hayatımıza nüfuz etmesi her şeyin sınırını belirleyen ölçüttür. Örneğin bir insan neden işe gider? Para kazanmak için mi, ailesine bakmak için mi ya da çocuklarına daha iyi bir hayat bırakmak için mi? Aslında bu tür sebeplerin ardına bakıldığında var olan şeyin korku olacağı görülmektedir. İnsanın para kazanmasının sebeplerinden bir tanesi aç kalma korkusudur. Ailesine bakmasının sebebi, ailesine olan sorumluluğunu yerine getirmek ve kendisinden bir parça olan ailesinin sıkıntı çekeceği korkusudur. İnsanın çocuklarına daha iyi bir hayat bırakmasının sebebi çocuklarının ileride kötü bir hayat yaşayacağı korkusudur. Hayatımızın hemen hemen her yerine nüfuz etmiştir bu duygu.


Korku denilen duyguya insanlar kendi çeperlerince karşıt mekanizmalar üretmişlerdir. Bunların başında cesaret gelmektedir. Cesaret korkusuzluk değildir. Korkusuzluk cesaretin en uç deneyimidir. Cesareti ”korkusuzluk” olarak algılayan bir topluma sahibiz. Cesaret demek Osho’nun dediği gibi “bilinmeyene adım atmak”tır. Cesur insanların da korkuları elbet vardır. Onların cesur olmasını sağlayan şey korkudur. Kediler neden tırmalar? Kendilerinden kat kat büyük olan canlıların onlardan daha güçlü olduğunu bilirler ve karşı koyamayacaklarının farkındadırlar lakin onlar tarafından kendilerine dönük bir hamle yapıldığında tırmalama içgüdülerini kullanırlar. Bu içgüdüyü harekete geçiren tek şey vardır. Korku…


Korkular güvenceleri yaratır. Çok basit bir örnekle, dünya çapında karanlıktan korkan insan sayısının fazlalığı gece lambası denilen aleti piyasaya sürmüştür. İnsanları bu gece lambasını kullandığında korkusunu bastırdıklarını düşünürler. Bundan böyle çoğu insan odası karanlık olduğu zaman kendine bir gece lambası -güvence- temin edecektir. Fark edilmesi zor bir örnek ise doğru söylemektir. Evet, ”doğru söylemek”. Bazı insanlar vardır ki yalan söylemekten, yalan söyleyebilecek iradeye sahip olmaktan bile korku duyar. O yüzden de her zaman doğru söylemeyi tercih eder. Bu da korkunun yönlendirmesidir. İstemsiz bir şekilde korku, her insanı kölesi etmiştir. Bu durumu tersine çevirenler de yok değildir elbet. Korkusuz vasfına yükselmiş müritler var olmuştur. Bunların başında bu çalışmanın başlığında yer alan ”sannyasin” ve “mutasavvıf” olarak nitelendirdiğimiz mistikler yer almaktadır. Bu iki ekol arasında kültür farklılığı olduğu aşikar lakin bunları ortak noktada birleştiren şeyin ”korku” olduğunu keşfetmemiz gerekir.


Brahmalardan olan Dandamis isimli müridin bir hikayesi vardır. Rivayete göre Büyük İskender Hindistan seferine çıkarken Onesciritus’a sefer dönüşü yanında bir sannyasin götürmek istediğini söylemiştir. Onesciritus İskender’in seferlerini kayda alan kişi, tarihçi ve filozoftur. Kendi kaynaklarında ordu içerisinde ve İskender’in yanında kilit noktalarda olduğunu yazmıştır. Ne yazık ki seferin getirdiği yoğunluk sebebi ile Onesciritus bir sannyasin getirmeyi unutmuştur. Hindistan sınırını geçmeden aklına gelir ve İskender’in talimatı ile bir sannyasin bulmaya gider. Sannyasinler nadir bulunan nimetlerdendir. Bir köye girerler ve burada bir sannyasin olup olmadığını sorarlar. Şans eseri bir şekilde nehir kıyısında yatan bir sannyasin görmüşlerdir. Köylüler, İskender ve fedailerine: ‘’Tam zamanında geldiniz. Gerçek sannyasin nadir bulunur. O şu an burada. Gidip ondan ders alabilirsiniz.’’ demiş. İskender gülerek: ‘’Ben ondan ders almaya gelmedim. Onu alıp ülkemin başkentine götüreceğim.’’ demiş. Köylüler bunun mümkün olmayacağını iddia etmişler. Dilenciden farksız görünen bir sannyasin, koskoca dünyayı dize getiren, bilinen dünyanın büyük bir bölümünü fethetmiş, bir askeri deha olan bu imparatorlar imparatoruna nasıl bir zorluk çıkarabilir ki?


Dandamis nehrin kıyısında çırılçıplak bir şekilde yatarken askerler onu görmeye gider. İskender gibi bir imparatorun gönlünün mükafaatından yararlanabilme imkanına layık görülen ve buna karşın hiçbir şeyi olmayan bir sannyasin, koskoca imparatoru kendi ayağına çağırmıştır. Ona ‘’Kendine büyük diyen insan büyük değildir.’’ demiştir. Tarihte büyük sannyasinlere baktığımızda onların hiç kimseye köle olmadığını görebiliriz. İskender kendi özgürlüğünü savunan Damdamis’in ayağına kadar gelmiştir.


İskender kınından çıkmış kılıcıyla Dandamis’in yanına kadar gider. Damdamis güler ve konuşur: ‘’Kılıcını indir, burada bir işe yaramaz. Onu kınına sok. Burada bir işe yaramaz. Çünkü sadece bedenimi kesebilirsin. Kılıcın beni kesemez, o yüzden indir. Çocuk gibi davranma.’’ Söylenenlere göre İskender hayatında ilk kez birinden emir almıştır. Dandamis koskoca imparatora çocuk diyebilecek kadar cesur olduğunu göstermiş. Bu da Dandamis’in cesur olmaktan çok korkusuz olduğunu göstermektedir ve bununla da İskender’e gerçekten ders vermiştir. Ölmekten korkmayan bir adamı ölümle tehdit etmek manasızdır. Dandamis’in: ‘’Bu benim kafam. Onu kesebilirsin. Kafam düştüğü zaman, onu kumların üstüne düşerken göreceksin. Ben de aynı şeyi göreceğim. Çünkü ben bedenim değilim. Tanığım.’’ Bu sözünden İskender’in gerçekten ders aldığını söyleyebiliriz.


Sannyasinler ile mutasavvıfların bulundukları toplum içerisinde, topluma karşı bir uçta var olduklarını söyleyebiliriz. Dünya tarihinde her zaman ‘’uçlarda’’ yaşayan insanların bir şeyleri değiştirdiğini, var ettiğini ve yahut yok ettiğini görmekteyiz. Bu kişilikler, toplumda varlığı yokluğa karışan olguları kimseye dayatmaya çalışmadan en saf ve en temiz şekilde aktarırlar. Örneğin Türk tasavvufçularının sürekli Allah’ı anarak aslında bizlere toplumsal bir mesaj niteliğinde dönüt gönderirler. Bahsettiğimiz dönüt, insanların maddi hayattan arınarak uhrevi olaylara yönelmesidir. Tüm maddi olanakları bir kenara bırakıp, yaratıcı kabul ettikleri tanrıya karşı sadece manevi sorumlulukları yerine getirirler. Bu durum, onların maddi ödevlerden muaf olduğu anlamına gelmez. Sadece onlar kendi yaşam biçimlerini değiştirip huzura kavuşarak dünyevi olaylardan uzaklaşmışlardır. Yani maddi ödevlerini en asgari düzeye indirmeye çalışmışlardır. Örneğin günlerce kendilerini aç bırakırlar. Onlar, hayattaki arayışlarının devamlılığını sürdürmek amacıyla bu tür maddi olanakları kendi koydukları ilkeler etrafında törpülerler.
Sannyasinler ile dervişlerin içinde bulundukları arayışın dışa vuruluş biçimler birbirlerine çok benzerdir. Toplumdan uzaklaşmaları, insanların saygınlık arzusunu umursamamaları, göç etmeleri, toplumun normlarını reddetmeleri gibi bir sürü sebep sayılabilir. Bu iki geleneğin biçimsel olarak benzerlik göstermeleri tabii ki tesadüf değil. Çünkü her toplumda bilinen tek bir gerçek vardır. O da salt mutluluğa erişmek.


Tasavvufta ortaya konulan hakikat kavramı ile sannyasinlerin ortaya koyduğu mutlu yaşama kavramı birbirini tamamlar. Yalnızca hakikate ulaşınca mutlu olursun. Sannyasinler gerçeği yakaladıklarında doyuma ulaşacaklarını düşünürler. Tasavvufçuların asıl gayesi hakikate ulaşmak olduğundan dolaylı mutluluğu sağlarlar. Yani onlar mutluluğu sadece bir ödül olarak değerlendirir. Tasavvufçuların düşüncesi, mutluluğun Allah’ı zikretmekle elde edilebileceğidir. Bu mantığa göre de Allah mutluluğu kuluna bahşeder. Sannyasinlerde bu etken yoktur. Tanrıya ulaşmak gibi bir çabaya girişmezler. Onlar hakikate, meditasyon yaparak ve farkında olarak ulaşmayı amaçlarlar. Meditasyon dini bir ritüel değildir. Kısaca zihinde ve bilinçaltında hiçbir şey bırakmadan ruhu beslemektir. Bedene iyi gelir. Başka bir tanımla meditasyon bir arınma sürecidir. Meditasyonu farklı bir bakış açısı ile değerlendirmek isteyenler ise “anı yaşamak” olarak tanımlarlar. Benim kabulümce meditasyon anı yaşamaktır. Zihinde ve bilinçaltında hiçbir artık bırakmadan, geçmiş ve geleceği hiçbir şekilde düşünmeden ve sadece anda kalarak gerçek yaşamı tatmaktır. Ancak o vakit hakikate giden kapıları açarsın.


Hakikat kavramını bizim kültürümüzden olan tasavvufçular çok önemsemişlerdir. İbrahim Edhem Hazretleri’nin hakikate nasıl ulaştığına bakalım:
İbrahim Edhem bir gece vakti tahtında otururken sarayının damında ayak sesleri duydu. Damın üstünde bir kaç insan sert adımlarla yürüyorlar, oradan oraya geziniyorlardı. İbrahim Edhem başını pencereden çıkardı:


“Kim o? Sarayımın damında ne işiniz var, neden oraya çıktınız?” diye seslendi.


Yukarıdan cevap verdiler:


“Develerimizi kaybettik onları arıyoruz,” dediler.


İbrahim Edhem hayretler içinde kalarak sordu:


“Gecenin bu vaktinde sarayın damında deve aranır mı, böyle bir yerde deve arandığını kim görmüş?”


Damdakiler cevap verdi:


“Peki sen tahta oturmuş, lüks içinde pâdişahlık ederken Allah’ı arıyorsun, bulmayı umuyorsun da, bizim burada deve aramamıza mı şaşırıyorsun?”
Bunun üzerine İbrahim Edhem tahtı tacı bırakarak ermişlik yolunu seçti.


Bu hikayede hakikate ulaşmanın aslında farkındalıkla mümkün olduğunu görmekteyiz. Sannyanisler için farkındalık, meditasyon kadar önem taşır. Farkında değilsen sen bir birey değilsin dolayısıyla da farkında değilsen bir robottan ibaretsin.

KAYNAKÇA

Osho, Cesaret

Mevlana Celaleddin-i Rumi, Mesnevî-i Manevi, c. IV, beyit: 829

Mehmet Ali Bekdaş
Mehmet Ali Bekdaş

Adım Mehmet Ali Bekdaş. 19 yaşındayım. İstanbul’da büyüdüm. Hukuk fakültesinde öğrenim görmekteyim. Türkiye İzcilik Federasyonuna bağlı bir izcilik kulübünde aktif gönüllü izci olarak etkinlik göstermekle beraber bir çok kampta da faaliyet göstermişimdir. Kendimi bildim bileli hep okumuşumdur. “Okumak” kavramını farklı bir boyuta taşıdığımı çevremdekiler gibi ben de iddia edebilirim. Hayatımda en çok dikkat ettiğim kavramdır. O denli önemlidir ki, üstat: “Kitap okumadan meydan okunmaz.” diye noktalamıştır her şeyi.

Leave a Comment